Kuran’dan Kıssalar

İlk olarak “kısas” kelimesinin anlamından kısaca bahsetmek istiyoruz. Çünkü “kısas” kelimesi hem Kur’an’da geçen kıssaların adı, hem de halk arasında kullanılan bir kelimedir. “Kısas” kelimesinin anlamı “benzeri ile karşılık verme” veya “benzer şekilde davranma” şeklindedir. Genel anlamı itibariyle ise “ceza” anlamına da gelir. Bu kelimenin kökü olan “kâse” kökünden türetilmiştir.

Kur’an’da “kısas” kelimesinin geçtiği ayetler aşağıdaki gibidir:

Bakara Suresi 178: Ey müminler! Öldürülenler hakkında, hürler için hür, köleler için köle, kadınlar için kadınlar (vuku bulduğunda) kısas vardır. Ancak kardeşi (ölenin ailesi) tarafından bağışlanırsa (katil) uygun bir şekilde ödenir ve (katil) güzel bir şekilde salıverilir. Bu, Rabbinizden bir kolaylıktır ve (katilin) affı için bir rahmettir. Kim, (öldürenin) haksızlık ederek bu hakka tecavüz ederse, onun için acıklı bir azap vardır.

Maide Suresi 45: İncilde (Allah), ölüme karşılık ölü, göze karşılık göz, buruna karşılık burun, kulağa karşılık kulak, dişe karşılık diş, yaralarda da kısas vardır. Kim de bunu bağışlarsa, o, onun için bir kefaret olur. Kim de Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Enam Suresi 160: Kim bir kötülük (işleyip) onunla kötülenirse, ancak onun kadarıyla ceza görür. Onlar bir zulme uğradıkları takdirde Allah’tan bir af beklesinler.

Kahf Suresi 49: Kitapda herkesin hakkını bulacağı şeyler yazılıdır. O gün zulüm yoktur. Herkes kazandığına karşılık ödüllendirilir.

Kısas kelimesinin geçtiği ayetlerden de anlaşıldığı üzere kelime, çeşitli anlamlarda kullanılabilir. Ancak halk arasında genellikle kıssalar için kısas denildiğinden bu yazıda kıssalar anlamında kullanacağız.

Kur’an’daki kıssalar, Hz. Muhammed’e inanmayan veya inansa dahi onu benimsemeyen müşriklere yapılmış hikmetli hikayelerdir. Bu kıssalarda inkarcıların akıbetleri detaylandırılmış ve inananların mükafatları belirtilmiştir. Kıssaların bir diğer amacı da Hz. Muhammed’in nabiyeliği hakkında delil sunmaktır.

Allah Teala, bazı kıssaları tekrar tekrar anlatmış, tekrar etmiş olmasının sebebini de açıklamıştır. Tekrarın sebebi, inananların kalplerinin daha da sağlamlaşması ve inkarcıların da kalplerine korku salmaktır. (Bkz: A’raf 116-117; Taha 70-72)

Kuran-ı Kerim’den Kıssa Örnekleri

Aşağıda bazı önemli kıssaları özetleyeceğiz. Bu özetlerden bazıları klasik kaynaklardan alıntıdır.

Ada Kralı ve Musa (AS)

Hicret’ten 8 yıl önce Mısır’a giden Hz. Musa (as), Allah tarafından vazifelendirilmişti. Allah ona Mısırlılar arasında büyüyen ve büyüdüğünde otoriter bir kral olan Firavun’a gitmesini söylemişti. Firavun’a gitmeden önce Allah ona birtakım mucizeler vermişti. Bunlar asasının yılan haline dönüşmesi ve elinin beyazlamasıydı.

Musa (as), babası İmran’ın vefatından sonra Mısır’a dönüp bu görevine başladı. Bir gün yolda iki adamın kavga ettiğini gördü. Kavgacı adamlardan biri İsrail oğullarındandı ve Musa (as) onu tanıyordu. Diğer adam ise Mısırlıydı ve Musa (as) onu tanımıyordu. Mısırlının İsrail oğluna şiddet uyguladığını gören Musa (as) olaya müdahale etti ve Mısırlıya vurdu. O sırada şiddet gördüğü için saldırıya uğrayan Mısırlı bir anda bayıldı. Ancak bayıldığında ölümle pençeleşen Mısırlı, vücudundaki hasarın ciddiyetinden dolayı hayatını kaybetti.

Mısır’da akan kanın bedeli ağırdı ve bunun hesabını soran sadece Allah değil, aynı zamanda kullarıydı da. Hemen o sırada Hakk Teala’nın Adalet Kanunu yürürlüğe girdi ve yapılan her zulüm gibi bu da sahipsiz kalmadı. Firavun’un adamları Musa’nın (as) suçlu olduğunu düşündü ve onu tutuklayıp zindana attı.

Allah Teala, kullarını korumakta kusur etmezdi ve izni olmadan bir kula diğer bir kuluna zarar veremezdi. Firavun’un adamları Musa’yı zindana atıp keyifli günlere geri döndüler. Fakat Allah Teala’nın adaleti onların keyfini kaçıracaktı.

Bir gün Firavun uyuyordu ve rüyasında başına bela olacak bir şeyi gördü. Rüyasında Mısır’ın en güzel çocukları olan erkek çocukların boğazlandığını görüyordu. Bu rüya ona daha önce gelen bir uyarıyı hatırlattı; bu çocuklardan biri büyüdüğünde onu tahtından edecek ve böylece onun saltanatına son olacaktı.

Mısırlılar şimdi bir karar vermek zorundaydı; ya kendi çocuklarını boğazlayacaklardı ya da azap olacaklardı. İçlerinden en zekisi ve cesarı Firavun bu kararı almaya talip oldu; herkesin çocuğunu karnındaki cenin boğulmadan kurtarılacak şekilde toplayıp Mısır’a getirmeliydi.

Mısırlılar, yeni doğmuş çocukları toplayıp getirmeye başladılar. O sırada Allah Teala’nın Adaleti zindanda yatan Musa’ya merhamet etmeye karar verdi. Zindandan çıkmasına izin verdi ve Firavun’a yanaşık olanlardan biri onu evlat edinmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Firavun zindandan Musa’yı çıkarttı ve evlatlık olarak aldı.

Musa (as) büyüdüğünde Allah Teala ona bazı mucizeler verdi; asası yılan gibi hareket edebiliyordu ve elini istediğinde beyazlaştırabiliyordu. Allah Teala’nın bu lütfu ona verdiği hikmetten kaynaklanıyordu.

Musa’nın (as) hayatının dönüm noktası ise Allah Teala’nın ona vahiy göndermesiyle başladı. Artık o sadece Firavun’un evlatlık oğlu değil aynı zamanda toplumun huzurunu sağlamak için gönderilmiş bir Nebiydi. Allah Teala ona kelamını verdi ve onu güçlü delillerle destekledi.

Artık 80 yaşına yaklaşmış olan Musa (as), Allah’ın emri doğrultusunda otoriter kral Firavun’un yanına gitti ve onu Allah’ın azabı konusunda uyardı.

İlk başlarda Allah’ın verdiği mucizeleri gören Firavun korkup teslim olmaya razı oldu ama daha sonra kendisini kaybetti ve hepsini yalanladı. Allah’ın mucizelerini görmesine rağmen gözünü harama kapatmıştı; bu da hiç kimsenin gönül kapısını açmaya yetmediği gibi onun da gönül kapısını açamazdı.

Bunun üzerine Hakk Teala’nın Adaleti devreye girdi ve azabı hak eden firavun’un belası onun evlatlarına geldi; Allah Teala onları sudan yarattığı gibi yine suya boğdu.

Ashab-ı Kehf

Ashab-ı Kehf kıssası Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinde geçmektedir.

Kahramanlarımız İsa peygamberin talebeleridirler. İsa peygamberin etrafında ki insanlar ona inanmayanlardır ve onu tekfir etmişlerdir. Bu insanlar o kadar ileri gitmişlerdir ki Hz İsa’yı öldürmeye karar verirler ama Cenab-ı Hak’ın kudretinin önünde hiçbir şey duramazdı; Hz İsa’nın ruhu alınır ve göğe yükseltilir.

Hz İsa’nın talebeleri olan Ashab-ı Kehf bu sırada çilekeş hayatlar sürmektedirler; her an İsa peygamberin kaderine uğrayabilirler ve tekfir edilen bir dinin mensubu olarak yaşamaya devam ettikleri için suçlanabilirlerdi. Bunun üzerine bu gençler sığınacak bir yer aramaya karar verdiler; Nicaea’ya doğru yola çıktılar ama içinde bulundukları şehir onların peşindeydi.

Gençler sonunda Nicaea’ya ulaşmayı başardılar ama burada bir dertleri vardı: Hangi adla anılacaklardı? Zamanın egemen olan hükümdarı pagan inancına sahipydi ve tek tanrılı dinlere mensup olanlara tahammülü yoktu; en iyisi onları bulmamak için başka adlarla anmaktı.

Gençlerin tek sığındıkları yer kuşaklardır: Yaratıcı’nın diğer isimleri gibi her insan kendi ismiyle anılmak ister. Kuşaklar gençlerin imdadına yetişti; adlarıyla anıldılar ve burada barındırıldılar ama diğer taraftan zamanın zulmüyle yüzleşmek zorunda kaldılar.

Bir gün Ashab-ı Kehf şehre çıktılar ama şehri tanımıyorlardı; etrafta eski tarz binalar yoktu, her taraf modernleşmişti ve sokaklarda tanımadıkları insanlar dolaşıyordu; bu sorunu çözmek için para bulmaları gerekiyordu ama üzerlerinde paraları yoktu.

Ashab-ı Kehf’le birlikte kuşaklar da uyanmaya başlamıştı; zamanın kudretli hükümdarları kendilerine yeni köleler bulmuşlardı ama onlara ihanet etmişlerdi; onlara sahip çıkmamışlardı ve bu ihanetin ağırlığını kaldıracak güçleri yoktu.

Ashab-ı Kehf para bulmak için şehre çıktıklarında orada tanımadıkları bir sembol gördüler: Altında iki mezarın bulunduğu bir haç!

Ashab-ı Kehf burada çok şaşırdılar; yıllarca savaştıkları putperest inancın simgesiyle karşı karşıya gelmişlerdi ama artık burada gördükleri mezarlar yüzünden de sevindiler; müminlerin kalbi ayrı telden çalabilirdi ama iki farklı dine mensup insanların mezarları yan yana olamazdı; bu büyük ihtimalle birkaç asırdan beridir ölmüş müminlerin kalıntılarıydı.

Bunun üzerine Ashab-ı Kehf Nicaea’ya doğru yola çıktılar ama ilk durakları şehir oldu; burada çok uzun zamandır aç kalmışlardı ve hem açlıklarını gidermek hem de paraya ihtiyaçları olduğu için birkaç ekmek almak istediler ama Nicaea’ya döndüklerinde şehirde yeni bir hayat düzeni kurulmuştu.

Nicaea’da biraz para bulmayı başardılar ama burada yaşadıkları büyük değişiklikler onları hem şaşırttı hem de sevindirdi; yıllarca mücadele ettikleri tekfirci inanç hâkim olmaktan çıkmıştı ve şehirde tek tanrılı dinlerin önde gelen isimlerinin eşrafıyla birlikte yatan mezarları yan yana görebilmişlerdi.

Bu durum onlara yeni bir yol gösterdi: Artık hem dinlerini rahatça yaşayabilecekler hem de diğer insanlar onları kabul etmişti; bunun üzerine yeniden köylerine döndüler ama bu sefer buldukları mezarların yanındaki dinlerin mensupları olarak değil tek tanrılı dinlerin mensupları olarak yaşamaya karar verdiler.

Zülkarneyn

Zülkarneyn’in kıssası Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinde geçmektedir.

Zülkarneyn, Batıya kadar gitmişti ve Batıda Güneş’in battığı karanlık denize kadar ulaştığında güneşin denize batıp battığında artık karanlık denizin aydınlanmadığını görmüştü.

Zülkarneyn Batıya kadar gidip Güneş’in battığı yere kadar ulaşınca doğuya doğru yola çıkmaya karar verdi; doğuda Güneş’in doğduğu yere kadar gitmek istiyordu ama Zülkarneyn yolda çok uzun süre yürüdüğü için iyice yorulmuştu ve dinlenmeye ihtiyacı vardı.

Kendisi gibi önemli biri olan Nebi Musa da uzun yolculuklardan sonra dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu ama onun yaptığı aynı zamanda başka bir işlevi de yerine getiriyordu: Dinlenirken vahiy alıyordu; vahiy Olmazsa Nebilik de olmazdı ve Zülkarneyn ile Firavun arasında geçen tartışmalar bunun ispatıdır.

Hz İbrahim

Cenab-ı Hak Hz İbrahim’e Hz Adem’in vefatından sonra insanları irşat etmekle vazifelendirmiştir; İbrahim peygamberin görevi Adem peygamber gibi değil Yunus peygamber gibi olacaktı: Herkes O’nun konuşmasını dinleyecek ama yalnızca azınlıkta olsa itaat edecekti.

Hz İbrahim’in ilk vaaz ettiği yerler arasında Mezopotamya’nın verimli ovaları yer alıyordu; burası aynı zamanda putperestliğin yaygın olduğu yerlerden biriydi ama Hz İbrahim putperestlerin pek çok inancını tanımıyordu: Örneğin onların en önemli putlarından biri Huzur’du ama Hz İbrahim O’nun ne olduğunu biliyordu ne de görmüşlüğü vardı.

Hz İbrahim ilk vaazına buradan başladı: İnsanları ilk önce kendi isimleriyle çağırmalıydılar; bu onların insaniyetlerine atfedilebilecek en büyük saygıdır ama putperest toplumlar bunu yapmıyorlardı ve bunun üzerine Hz İbrahim onları ikaz etti: Belli ki kendileriyle ilgili bilgileri kaybetmişlerdi veya unuttukları için kaybetmişlerdi;

Bunun üzerine Hz İbrahim onların ilk putlarından biri olan Huzur’a yöneldi; Huzur’u çağırmaya başladı ama Huzur hiçbir şekilde yanıt vermedi; Hz İbrahim aslında O’nun yanıt vermediğini biliyordu ama yine de halkın O’na taptığına inanamadığı için denemek istedi.

Hz İbrahim çok sinirlenmişti; insanlar ne kadar zavallılardı! Hem Huzur’u çağırıyorlar hem de O’nun yanıt vermeyeceğini biliyorlardı ama yine de O’na tapmaya devam ediyorlardı! Onlar için yapılacak en iyi şey bu putları ortadan kaldırmaktı ama bunun tek başına yeterli olacağını sanmıyordu; insanların kendilerini yanlış inançlardan kurtarması gerekiyordu!

Bunun üzerine Hz İbrahim’in içinden kuvvetli bir ses yükseldi: “Onların putlarını ortadan kaldırmak yetmez, insanlara kendilerini düzeltmeleri gerektiğini anlatmalısın!”

Hz İbrahim hemen harekete geçti ama önce halkın toplandığı yere gidip vaaz etmek zorundaydı; oraya vardığında halka vaaz vermeye başladı ama halk ne yapıyordu? Halka doğru hakikatleri anlatmakla meşgulken halk daha iyi hizmet sunabileceğini iddia eden putlarının peşine düşmüştü!

Bunun üzerine Hz İbrahim halkın en önemli putlarından biri olan Huzur’u çağırmaya devam etti ama Huzur yine yanıt vermedi. Halka vaaz vermeye devam eden Hz İbrahim, halkın gaflet içinde olduğunu gördü ama bunun yanında şöyle düşünmeden de edemedi: Eğer ben de onların arasında olsaydım ben de aynı hatalara düşer miydim? Benim de ruhumda onların ruhunda olduğu kadar gaflet bulunur muydu?

Bunun üzerine Hz İbrahim’e vahyedildi: “Hayır! Sen gaflet içinde olanlardan değilsin! Sen evvelce mağdurlar arasında yetişenlerden oldun.”

Nuh Peygamber

Nuh Peygamber kıssası Kur’an-ı Kerim’in Hud suresinde geçmektedir.

Nuh Peygamber’in vazifesi insanlara tek tanrılı dinleri anlatmaktı ama insanlara anlatması gereken dini anlayabilmesi için önce vazifeden haberdar olması gerekiyordu;

Nuh Peygamber’in vazifesi insanlara tek tanrılı dinleri anlatmaktı ama insanlara anlatması gereken dini anlayabilmesi için önce vazifeden haberdar olması gerekiyordu;

Nuh Peygamber’in vazifesi insanlara tek tanrılı dinleri anlatmaktı ama insanlara anlatması gereken dini anlayabilmesi için önce vazifeden haberdar olması gerekiyydi;

Yusuf Peygamber

Efsanevi güzellik

Kuran’ı Kerim’in 12.suresi

Scroll to Top