Oğuz Atay 12 Ekim 1934’te İnebolu’da doğdu. Babası, Çankırı Milletvekili ve TBMM Başkan Vekilliği de yapmış olan Halil Atay’dır. Oğuz Atay, ailesinin İstanbul’a yerleşmesiyle ilk öğrenimine burada başladı. 1952 yılında Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi’ni kazandı. Oğuz Atay, 1957’de bu okuldan mezun oldu. Bu yıllarda tiyatroya ilgi duymaya başladı ve 1960’ta “Herkesin Sorduğu” adlı oyunla sahneye çıktı.
Oğuz Atay, üniversite öğrenimi sırasında “Melodi” ve “Yeni Hayat” gibi dönemin popüler dergilerinde yazmaya başladı. 1965-1970 yılları arasında TRT’de radyocu olarak çalıştı. 1970-1971 döneminde “Açık Radyo” programını sundu. 1972’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. 1975’te “Tehlikeli Oyunlar” adlı oyunuyla Devlet Tiyatroları tarafından ödüllendirildi. Yazarın ilk romanı “Tutunamayanlar” ise 1970’te yayınlandı.
Hep kitap okuyan bir çocuk ve genç olan Oğuz Atay, iyi bir edebiyat eğitimi almadığını düşündüğünden roman yazmaya cesaret edemedi. “Tutunamayanlar” romanını yazarken Cemal Süreya’nın desteğini aldı. Roman, Türkiye’nin ilk “postmodern” romanı olarak kabul edildi. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar”ı sona erdirmeden ölüme gitti ve romanı tamamlayamadı.
Oğuz Atay, edebi kariyerinin büyük bölümünde roman yazmayı denese de romanları tamamlanmadı veya yayınlanmadı. “Günlük” adlı eseri tamamlanmasına rağmen ölümünden sonra yayınlanabildi. Öğretim görevlisi olarak ders verdiği İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki görevinden 1992’de emekli oldu.
13 Aralık 1992’de İstanbul’da yaşamını yitiren Oğuz Atay, Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünden sonra yayımlanan günlükleriyle edebiyatseverlerin karşısına çıktı.
Elif Şafak, 25 Ekim 1971’de İstanbul’da doğdu. Kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte Batı Avrupa’ya göç etti ve genç yaşta yazar olmayı hayal etmeye başladı. Genç yaşta yazmaya başlayan Elif Şafak, 12 yaşında ilk hikâyesini yazdı.
Elif Şafak’ın ailesinin kökleri Selanik’e dayanıyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ailesi İstanbul’a göç etti. Annesi tarihçi, babası ise doktor olan Elif Şafak’ın aile köklerinde Türkler kadar Ermeniler de bulunuyordu. Yazarın anne tarafından dedesi Osmanlı ordusunun subayıydı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla İstanbul’a yerleşmişti. Yazarın baba tarafından dedesi ise, Cumhuriyet’in ilk avukatlarından biriydi.
Elif Şafak, eğitimine Fransa’nın Strasbourg şehrinde bulunan Strasbourg Avrupa Koleji’nde başladı. Daha sonra 1990 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okudu. Bir dönem de Bilkent Üniversitesi’nde Felsefe dersleri aldı. Eğitimi sırasında edebiyatla ilgili çeşitli etkinliklere katıldı.
Ülke dışında büyüyen Elif Şafak’ın hayatında iki farklı ülkenin etkisi oldu: Türkiye ve İngiltere. Türkiye’nin gelenekleri ve kültürünü bilen Elif Şafak, aynı zamanda İngiltere’de de büyüyüp Batı’nın geleneklerini öğrenme fırsatı buldu. Yazar, hayatının ilk on yılını Fransa’da geçirdikten sonra ailesiyle birlikte Avusturya’ya taşındı. Ailesi Avusturya’dan ayrılınca da henüz dört yaşında olan Elif Şafak’ın hayatı tek başına seyahat etmeye alışmakla geçti.
Elif Şafak’ın yazarlık kariyeri 1994 yılında yayımlanan “Küçük Piyanist” adlı çocuk kitabıyla başladı. Bu kitabın ardından yazar, “Pinhan”, “Sefir’in Gözyaşları”, “Aşk”, “Baba ve Piç”, “İskender”, “Onurumuz Kırmızı”, “Uzakta”, “Havva’nın Üç Kızı” ve “10 Dakika 38 Saniye” adlı romanlarını yazdı.
Elif Şafak’ın romanları birçok dile çevrilerek dünya edebiyatına kazandırıldı ve satış rekorları kırdı. Yazar, eserlerinde farklı kültürleri yansıttığı için zamanla Türk yazarlar arasında en çok okunan yazar haline geldi.
Elif Şafak, yurt dışında eğitim aldıktan sonra tekrar ülkesine döndü ve hayatının büyük kısmını Türkiye’de geçirdi. Ancak 1993 yılında İstiklal Caddesi’nde düzenlenen bombalı saldırıda biri üç yaşında olan beş çocuğun annesi olması nedeniyle hayatına yeniden yön vermek zorunda kaldı. Bu olaydan sonra çocuklarıyla birlikte İngiltere’ye taşındı ve Londra’da yaşamaya başladı.
Hayatının büyük kısmını Türkiye’de geçiren Elif Şafak, bugüne kadar verdiği birçok röportajda ülkesini özlediğini dile getirdi ve Türk edebiyatının önemli bir temsilcisi olmaktan gurur duyduğunu söyledi.
Elif Şafak, 2006 yılında verdiği bir röportajda hayatının aşkının hala Türk vatandaşı olan eşiyle birlikte yaşamak istediğini söyledi.
Süleyman Hilmi Tunahan, 13 Aralık 1888’de Sıvas’ın Gürün ilçesinde doğdu. Babası Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş imam olan Süleyman Hilmi Tunahan, ilkokuldan sonra Kuran öğrenmeye başladı ve hafızlık yaptı.
1888 yılında Kahramanmaraş’ın Dulkadiroğulları Beyliği’nin son yöneticisi olan Bayram Bey’in oğlu Hüseyin Bey’in kızı Zeynep Hanım ile evlendirildi. Bu evlilikten bir oğlu dünyaya geldi ancak oğlu daha beş yaşındayken vefat etti.
Kuran öğrenip hafız olduktan sonra ilk olarak Erzurum’a daha sonra ise İstanbul’a giden Süleyman Hilmi Tunahan burada ilim erbabından dersler aldı.
Erzurum’a giden Süleyman Hilmi Tunahan burada İsmail Hakkı Bursevî’nin eserlerinden ders aldı. 1911 yılında İstanbul’a dönerek Sıtkı Efendi’den dersler aldı ve İsmail Hakkı Bursevî’nin eserlerini burada tanıma fırsatı buldu.
Kendisi de hafız olan Süleyman Hilmi Tunahan, İstanbul’a dönünce dönemin önemli hafızlarından olan Neyzen Tevik ile tanıştı. Neyzen Tevik’in onun hafızlık konusundaki ustalığını öven sözlerini duyan Abdulhalik Renda da onunla tanışmak istedi.
Fatih Camii’nde Abdulhalik Renda ile tanışan Süleyman Hilmi Tunahan, onunla birlikte sekiz ay boyunca Kuran’ın yedi kıraatini icazetle okudu.
Süleyman Hilmi Tunahan, İsmail Hakkı Bursevî’nin eserlerini tanımadan önce Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi’nin eserlerini tanımıştı. Süleyman Hilmi Tunahan’ın Gümüşhanevi’nin eserlerini okumasının ardından İsmail Hakkı Bursevî ile tanışması da bu tarihlere denk geldi.
On iki yaşında hafız olan Süleyman Hilmi Tunahan, yirmi üç yaşında ilk talebeleriyle birlikte kendi medresesini kurarak eğitime başladı. İstanbul’un işgaliyle birlikte medresesini kapatmak zorunda kalan Süleyman Hilmi Tunahan, işgal altında bulunan Anadolu’ya geçerek burada eğitimine devam etti.
1920 yılından itibaren Anadolu’nun çeşitli yerlerinde eğitim vermeye devam eden Süleyman Hilmi Tunahan, Kuran-ı Kerim’i tecvidli okumayı da öğretmeye başladı.
Süleyman Hilmi Tunahan, 1934 yılında memleketi Gürün’e geri döndü ancak Kuran-ı Kerim’in tecvidli okunmasına dair kanunun çıkması üzerine tutuklandı. Vatan haini suçlamasıyla tutuklanan Süleyman Hilmi Tunahan’a çıkarıldığı mahkemede meslekten men cezası verildi.
Meslekten men cezasının ardından memleketine dönen Süleyman Hilmi Tunahan, vatan haini suçlamasıyla mahkemeye çıkarılınca tanık olarak dinlenen yerli ve yabancı iki kişi suçlamaları kabul etmediği için serbest bırakıldı.
Süleyman Hilmi Tunahan, meslekten men cezasının sona ermesiyle birlikte tekrar eğitim vermeye başladı. Kuran-ı Kerim’i tecvidli okuma eğitiminin yanı sıra diğer ilimleri de öğreten Süleyman Hilmi Tunahan’ın medresesine binin üzerinde talebe katıldı.
1940 yılında vefat eden Neyzen Tevik’in mezarının bulunduğu Edirnekapı Mezarlığı’nda açılan mezar onun talebelerinden biri tarafından incelendi ve mezarın açılması dolayısıyla halk arasında tartışmalar yaşandı. Bu tartışmaların önüne geçmek için devrin din işleri reisliği tarafından Edirnekapı Mezarlığı’ndaki bütün mezarların incelenmesine karar verildi. Mezar incelemeleri sırasında Edirnekapı Mezarlığı’nda bulunan Sakız Ahmet Efendi’nin mezarının eksik olduğu fark edildi ve bu mezarın taşlarının Sakız Ahmet Efendi hayatta iken mezara konulduğu için hatalı olduğu kaydedildi. Mezarın eksikliğinin giderilmesi için Sakız Ahmet Efendi’nin mezar taşları incelendi ve tamamlanması için gerekenler yapıldı.
Dönemin din işleri reisliği görevini sürdüren Mecdud-i Hüsrev Efendi’nin Edirnekapı Mezarlığı’nda yaptığı denetimde mezarların eksiklikleri tespit edildi ancak bu denetimin ardından kendisi meslekten men edildi ve din işleri reisliği görevine başka biri atandı.
Kendisi de hafız olan Süleyman Hilmi Tunahan’ın talebeleri arasında birçok hafız yer aldı. Bu hafızlar arasında en çok bilinenlerden biri de Bülent Akyürek’tir. Akyürek, aynı zamanda Süleyman Hilmi Tunahan’ın en küçük talebesidir.
Süleyman Hilmi Tunahan’ın medresesinde eğitim alan Hafız Sadık Efendi ise asıl adı Sadık Arslan olan Hafız Sadık’ın Hafızlık Kurumu’nun yetkileri tarafından tasdik edilen ismidir.
Süleyman Hilmi Tunahan’ın medresesinde eğitim alan bir başka hafız ise Hüseyin Aksu’dur ancak kendisi medreseyi bitirmeden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Kendisinden Kuran-ı Kerim’i tecvidli okuma eğitimi alan Süleyman Hilmi Tunahan’ın adını taşıyan bir hafızlık kurumu kurulmuştur.
Aka Gündüz, 1886 yılında Selanik’te doğdu. Gerçek adı ‘Aka Gündüz’ değil ‘Aka Gündüz Doğan’ olan Aka Gündüz, “Dört Çocuk” adlı oyunuyla Türk Tiyatrosu’na önemli katkılarda bulundu.
Tiyatrocu bir aileden gelen Aka Gündüz’ün babası ünlü oyuncu Cevat Fehmi Başkut’tur. Bu aileden gelen Aka Gündüz’ün annesi Zekiye Hanım ise opera sanatçısıydı. Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olan Aka Gündüz’ün ilk sahne deneyimi de küçük yaşlarda annesinin sahneye çıkmasıyla başladı.
Aka Gündüz, Selanik’te doğup büyüdükten sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti ve eğitimine burada devam etti. Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra Mülkiye İdadisi’nde hukuk okumaya başlayan Aka Gündüz, burada hukuk eğitimi alırken tiyatroya merak saldı ve yazmaya başladı.
Aka Gündüz, Mülkiye İdadisi’nde eğitim gördüğü dönemde sahneye çıkıp oyunlarda oynadı ancak Galatasaray Lisesi’nde başladığı tiyatro kariyerine bu okulda devam edemedi çünkü okulda sahneye çıkmayı isteyen öğrenciler destek görmediği için oyun sahneleyemediler.
Aka Gündüz’ün tiyatro kariyeri yeniden başladığı yer Mülkiye İdadisi oldu; burada sahneye çıkıp oyunlarda oynamaya başladı. Tiyatro kariyerine Mülkiye İdadisi’nde başlayan Aka Gündüz, burada arkadaşlarıyla birlikte oyunlar sahnelemeye başladı.
Mülkiye İdadisi’nden sonra tiyatro kariyerine hız veren Aka Gündüz, zamanla iyi bir yazar haline geldi ve eserleriyle Türk tiyatrosuna önemli katkılarda bulundu.
Aka Gündüz’ün tiyatro kariyeri boyunca en çok bilinen eseri “Dört Çocuk” adlı oyundur; bu oyun Türk Tiyatrosu’nun önemli eserleri arasında yer alır. Yazarın diğer eserleri ise şunlardır: “İstanbul Nişanlısı”, “Çalgın” ve “Yalan”.
Aka Gündüz, eserlerinde özellikle Anadolu insanını gerçekçi bir şekilde yansıdı; bu nedenle eserleri Anadolu insanının zengin kültürünün dünyaya tanıtılmasında önemli rol oynadı.
Aka Gündüz, Türk tiyatrosunun gelişimine katkıda bulunduğu gibi Tiyatrolar Genel Müdürlüğü görevini de üstlendi; bu görevinde tiyatronun gelişimine yönelik projeler üretti ve uyguladı.
1909 yılında kurulan Edebi Eserler Kütüphanesi’nin ilk müdürü olan Aka Gündüz’ün kütüphanenin kuruluşuna katkıda bulunmasında Mekteb-i Edebiyat’ın müdürü Tevfik Fikret’in büyük rolü oldu; Fikret’in teşvikleriyle Aka Gündüz bu görevi üstlendi.
Aka Gündüz, Edebi Eserler Kütüphanesi müdürlüğü görevinde kısa süre kaldı ancak bu süre içinde kütüphanenin kuruluşunda önemli rol oynadı; kütüphanenin kuruluşuna yönelik projeler üretti ve uyguladı.
Edebi Eserler Kütüphanesi’nin kuruluşundan sonra mütevelli heyeti oluşturuldu ve bu heyette Aka Gündüz de yer aldı; mütevelli heyeti kütüphanenin yönetiminden sorumlu oldu.
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu; gerçek adı ‘Mustafa Kemal Atatürk’tür ancak daha sonraları Mustafa isminin yanına Kemal ismi eklenmiştir çünkü kendisini çağıran öğretmenlerinden biri Kemal adını koymuştur. Bu nedenle Mustafa Kemal adıyla anılan Mustafa Kemal Atatürk’ün isminin sonuna daha sonraları kendisi tarafından ‘Atatürk’ soyadı eklenmiştir; Atatürk soyadı Türk milletinin şerefli geçmişine sahip çıkmanın simgesi haline gelmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ailesinin kökleri Selanik’e dayanıyordu; ailesinin kökleri Manisa’ya kadar uzanıyordu ancak ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Selanik’e göç ettiği düşünüldüğünden köklerinin Selanik’e kadar uzandığı kabul edildi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Bey Selanik’te gümrük memurluğu yapıyordu ancak Ali Rıza Bey’in ailesinin kökleri Manisa’ya dayanıyordu çünkü Ali Rıza Bey Osmanlı İmparatorluğu’nun Manisa vilayetinin Gördes ilçesinde dünyaya gelmişti; Anadolu kökenli olan Ali Rıza Bey’in eşi ise Selanik doğumluydur
Ali Rıza Bey Selanik’te gümrük memurluğu yaparken eşi Zübeyde Hanım ile evlendi; çiftin Zübeyde Hanım ile evlendikleri sırada Zübeyde Hanım’ın ailesi Selanik’in Yanya ilçesinde yaşamaktaydı; dolayısıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün annesinin ailesinin kökleri Yanya’ya kadar uzanmaktadır.
Zübeyde Hanım ile Ali Rıza Bey’in evliliğinden üç çocuk dünyaya geldi ancak bu çocuklardan yalnızca biri hayatta kalmayı başardı; Zübeyde Hanım ile Ali Rıza Bey’in hayatta kalan çocuğu ise Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey’in evliliğinden dünyaya gelen çocuklardan Ali Rıza Bey’in aile büyüklerinin yardımlarıyla hayatta kalan tek çocuğu Mustafa Kemal Atatürk oldu; bu nedenle Mustafa Kemal Atatürk ailenin tek çocuğudur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün şansı küçük yaşlarda dönmeye başladı çünkü henüz altı yaşındayken babası Ali Rıza Bey vefat etti; Ali Rıza Bey’in vefatı sonrası annesi Zübeyde Hanım eşinin ailesinin yanında yaşamaya başladı ve küçük Mustafa Kemal’i de yanına alarak yeni bir hayata başladı ancak küçük Mustafa’nın eğitimine özen göstermeye devam etti
Küçük yaşta yetim kalan Mustafa Kemal Atatürk’e ailesi çok düşkünlük gösterdi; özellikle annesi Zübeyde Hanım, küçük Mustafa Kemal’i çok sevdiği için onun eğitimine önem vermeye devam etti ancak maddi sıkıntılar nedeniyle zaman zaman zor günler de geçirdi
Mustafa Kemal Atatürk, babası Ali Rıza Bey’i çok küçük yaşlarda kaybettiği için onu hatırlamaz; dolayısıyla tüm çocukluk anıları annesi Zübeyde Hanım ile ilgilidir çünkü küçük Mustafa Kemal’in çocukluğu annesi Zübeyde Hanım ile birlikte geçti
Küçük yaşta yetim kalan Mustafa Kemal Atatürk’e ailesi çok düşkünlük gösterdi; özellikle annesi Zübeyde Hanım, küçük Mustafa Kemal’i çok sevdiği için onun eğitimine önem vermeye devam etti ancak maddi sıkıntılar nedeniyle zaman zaman zor günler de geçirdi
Cahide Sonku, 1910 yılında İstanbul’da doğdu; gerçek adı ‘Cahide Sonku’ değil ‘Ayla Cahide Sonku’dur ancak daha sonraları Cahide Sonku adıyla anılmaya başlamıştır; Cahide Sonku isminin hikâyesi ise şöyledir: Anne ve babası Cahide Sonku’nun hayata gözlerini açtığı gün hastanede bulunan bir doktor küçük bebeğin annesine isminin Cahide Sonku olduğunu söylemiştir ancak bebeğin annesi küçük bebeğin isminin Cahide olduğunu kabul etmemiştir ancak hastane kayıtlarına ‘Cahide Sonku’ olarak geçmiştir; dolayısıyla Cahide Sonku isminin hikâyesi bu şekilde başlamıştır
Cahide Sonku’nun ailesinin kökleri Manisa’ya dayanıyordu; ailesinin kökleri Manisa’nın Saruhan ilçesine kadar uzanıyordu ancak Cahide Sonku’nun ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Manisa’dan göç ettiği düşünüldüğünden köklerinin Manisa’nın Saruhan ilçesine kadar uzandığı kabul edildi
Cahide Sonku’nun babası yüzbaşı Mehmet Ziya Bey İstanbul’da gümrük memurluğu yapıyordu ancak Mehmet Ziya Bey’in ailesinin kökleri Manisa’ya dayanıyordu çünkü Mehmet Ziya Bey Osmanlı İmparatorluğu’nun Manisa vilayetinin Saruhan ilçesinde dünyaya gelmişti; Anadolu kökenli olan Mehmet Ziya Bey’in eşi ise Selanik doğumluydur
Cahide Sonku’nun babası yüzbaşı Mehmet Ziya Bey İstanbul’da gümrük memurluğu yaparken eşi Hayriye Hanım ile evlendi; çiftin Hayriye Hanım ile evlendikleri sırada Hayriye Hanım’ın ailesi Selanik’in Yanya ilçesinde yaşamaktaydı; dolayısıyla Cahide Sonku’nun annesinin ailesinin kökleri Yanya’ya kadar uzanmaktadır
Halit Refik, 1889 yılında Selanik’te doğdu; gerçek adı ‘Halit Refik Galip’tir ancak daha sonraları Halit Refik adıyla anılmaya başlamıştır çünkü Halit Refik adı yazarın bütün eserlerinin kapağında yer almıştır; dolayısıyla Halit Refik adı yazarın gerçek adı olarak kabul edilir
Halit Refik Galip’in ailesinin kökleri Manisa’ya dayanıyordu; ailesinin kökleri Manisa’nın Saruhan ilçesine kadar uzanıyordu ancak Halit Refik Galip’in ailesinin Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte Manisa’dan göç ettiği düşünüldüğünden köklerinin Manisa’nın Saruhan ilçesine kadar uzandığı kabul edildi
Halit Refik Galip’in babası Osman Bey Selanik’te öğretmenlik yapıyordu ancak Osman Bey’in ailesinin kökleri Manisa’ya dayanıyordu çünkü Osman Bey Osmanlı İmparatorluğu’nun Manisa vilayetinin Saruhan ilçesinde dünyaya gelmişti; Anadolu kökenli olan Osman Bey’in eşi ise Selanik doğumluydur
Halit Refik Galip’in babası Osman Bey Selanik’te öğretmenlik yaparken eşi Sadiye Hanım ile evlendi; çiftin Sadiye Hanım ile evlendikleri sırada Sadiye Hanım’ın ailesi Selanik’in Yanya ilçesinde yaşamaktaydı; dolayısıyla Halit Refik Galip’in annesinin ailesinin kökleri Yanya’ya kadar uzanmaktadır